İnsanın, çözümünü bildiği bir sorundan yakınmasına hâlâ hiçbir anlam veremiyorum.
Buna, soyut alanda kaybolmadan somut bir örnek vereyim:
Dişlerimizi, (siyah) çaydan daha çok sarartan bir şey yok. Eğer dişlerinizin renginden hoşnut değilseniz çay içmeyi bırakın, çok kısa süre içinde sonucu göreceksiniz. En fazla birkaç ay sonra bembeyaz dişleriniz olacak.
Çayın dişleri sararttığını bilmeyen yok. Buradan hareketle, çay içmemenin dişlerin sararması sorununun çözümü olduğunu bilmeyen de yok.
Fakat yine de dişlerinin renginden yakınan o kadar çok insan var ki.
İşte, yaşadığım absürtlükler sonucunda artık her şeye bir şekilde anlam verebilirken hâlâ anlam veremediğim nokta bu:
Bir insan bir şeyi kendine sorun ediyorsa (dişlerin sararması) ve bu sorunun çözümünü (çay içmemek) biliyorsa neden sorununu çözmez. Ve bundan da önemlisi ve tuhafı, neden hâlâ sorunundan yakınır?
Çoğu insanın, çözümü bilirken uygulamayıp sorundan ömür boyu yakınma alışkanlığına bir türlü anlam veremiyorum.
Çözümü bilip de uygulamamayı anlıyorum. (Dişlerin sararması örneğinden gidersek), çayın dişlerinizi sararttığını biliyorsunuzdur ama çayı o kadar seviyorsunuzdur ki bu, hiç umurunuzda olmaz. İçmeye devam edersiniz. Sözüm böylelerine değil. Böyle birine kim ne diyebilir ki? Herkes istediğini yapar, istediği şeyi içer.
Benim anlayamadığım, çözümü gayet iyi bilirken uygulamayıp bir de sorundan yakınanlar. Ömür boyu dişlerinin sarı oluşuyla dertlenip, gülmeyi dahi unutanlar.
Her gün okumamaktan yakınıp kitap okumaya başlamayanlar.
Dil bilmemekten yakınıp günde 10 dakika da olsa dil öğrenmeyenler.
Vücutlarının güzel olmamasından yakınıp spor yapmayanlar.
Yakınmaktan yorulmayanlar.
Yakınmayı alışkanlık haline getirenler.
Yakına yakına ömür tüketenler.
Instagram Adresim: @semihucardilkocu
Linkedin Hesabım: Dil Koçu Semih Uçar